Riba Sorusu

Ben diyorum ki:

“Senin sağladığın yarar verdiğin borç kadardır, daha fazlası değildir. O para kazanıyorsa kendi emeğinin sonucudur. Kendi emeği sonucu olan üretim, yani sana olan borcunu düştükten sonra kalan kazancı kendisine aittir.”

Ve bir örnek veriyorum:

“Issız bir yolda gidiyorsun. Bir kamyonet sürücüsü sağa çekmiş, seni durduruyor. Aküsü bitmiş ve tampon tampona iterek kamyoneti çalıştırmanı rica ediyor. Kabul ediyor ve çalıştırıyorsun. Adam malı teslim edince yüz milyon lira kazanacak. Burada senin hakkın nedir? Kamyoneti iterken harcadığın dışında bir hakkın var mıdır?”

Arkadaş soruma soruyla yanıt veriyor:

“Önceden konuşmuşsak ve ben bu yardımı yapmak için kendisinden on bin lira istemişsem, o da kabul etmişse?”

Sorusuna soruyla karşılık veriyorum:

“Bu, onun zor durumundan yararlanmak değil midir? Evsiz kalmış birine piyasa rayicinden evini kiralamaktan farkı nedir bunun?”

Arkadaşa şu ayeti hatırlatıyorum:

Ey inanca çağırılanlar! Karşılıklı hoşnutlukla yapılan alışveriş dışında, birbirinizin mallarını haksız biçimde yemeyin ve benliğinizi yıkıma uğratmayın. Kuşkusuz, Allah size karşı Merhametlidir. 4:29

Ama bu ayeti şöyle anlayıp çevirenler de var:

Ey inanca çağırılanlar! Karşılıklı hoşnutlukla yapılan bir alışveriş yoluyla da olsa birbirinizin mallarını haksız biçimde yemeyin ve benliğinizi yıkıma uğratmayın. Kuşkusuz, Allah size karşı Merhametlidir. 4:29

Bu ikinci çeviri doğru olmalı. Çünkü birinci çeviri şu iki ayetle çelişiyor:

…Ölçüyü ve tartıyı tam yapın; insanların varlıklarının değerini düşürmeyin. 7:85

Ey inanca çağırılanlar! Kazandığınız güzel şeylerden ve sizin için topraktan yetiştirdiklerimizden, yardımlaşmak amacıyla paylaşın. Size verildiğinde, gözünüz kapalı olmazsa almayacağınız kötü şeyleri vermeye kalkışmayın. Çünkü iyi bilin ki, kuşkusuz, Allah, Sınırsız Varlıklıdır; Övgülere Yaraşandır. 2:267

Birkaç kuruşluk benzine mal olan iterek çalıştırma işi için on bin lira istemek, kamyonetçinin malının değerini düşürmek olacaktır. Çünkü o zaman onun o işinin değeri yüz milyon eksi on bin liraya düşecektir. Kamyonetçi tamirci çağırsaydı ve tamirci on bin lira isteseydi o başka. Çünkü arkadaşım zaten o anda oradan geçiyor, oraya kamyonetçi için gelmiş değil. Yani biriktirdiği ve “ortağına” sermaye olarak vereceği para için zaten çalışmıştı. Ortağına o parayı kullandırarak parası eksilmeyecek, yani fazladan bir emek vermeyecek.

Bize verildiğinde gözümüz kapalı alacağımız şey, zor durumumuzdan yararlanılmadığına emin olmaya karşılık gelir. Gözünüz kapalı olarak alacağınız şey sizin içinize sinendir, karşıdakinin vermeye razı olduğu ve sizin de o anda almak zorunda olduğunuz değil. Yani burada İncil’in Altın Kural’ından söz edilmiyor. Altın Kural’a göre siz eğer ezilen sınıftan ezen sınıfa çok çalışarak geçmeyi umuyorsanız sizi sömürmelerine razı olursunuz. Faiz ödersiniz, mülk rantı ödersiniz, rüşvet, hava parası, haraç ödersiniz. Çünkü gün dönüp de siz ezen olduğunuzda aynısını sizden sonra gelenlere yapacaksınız. Ama ezilen olarak bunlara katlanırken karşılığında alacağınız hizmetler gözünüz kapalı alacağınız şeyler değildir. Yani bu denk bir alışveriş değildir, içinize sinmez. Yani bunları kendinizi alacaklı sayarak alırsınız. Alacağınızı da riba piramidinin üst basamaklarına tırmandıkça sizi sömürmüş olandan değil, alt basamaklardan alırsınız. İşte bu İslam değildir, ayet bunu yasaklıyor. Şu anda kurulu düzen tam olarak bu yasaklanmış olandır. Bankadan kredi alır, “kira öder gibi” geri ödersiniz. Sonra o mülkü kiraya verir, kredi çekecek gücü olmayanı sömürürsünüz. Sizi sömürmüş olan bankadan (üst basamak) alacağınızı sizden daha kötü durumda olandan (alt basamak) alırsınız. Uzun dönem askerlik yapanlar bilir, devrecilik diye bir şey vardır. Eski devreler yeni gelenleri sömürürler. Yeni gelenler eskiyince onlar da sonraki devrelerden haklarını (!) alırlar, böyle sürüp gider. Ezildiği halde ezmeyerek devreciliği bırakan tek bir devre bu sistemi bitirmeye yeter. Ama İslam’dan uzak toplumda o kuşak hiç yetişmez.

Sözgelimi bir yerde üç kuruş aylıkla iş buldunuz ve eviniz yok. Veya küçücük bir tamirci dükkanı açacaksınız ama dükkan alacak paranız yok. Size taşınmazını kiralayacak olan kişinin sizin bu durumunuzdan yararlanmayacak olmasını isterdiniz. Benzer şekilde, birikmişi olan ve bunu borç olarak vermekle hiçbir maliyete katlanmayan biriyle emeğinizin meyvesini paylaşmak istemezdiniz. Ve ribanın bulunmadığı bir toplumda taşınmazınızın kirasını veya bir işin kurulmasına sermaye katkısında bulunmayı bir geçim kaynağı yapmıyor olmak zorunuza gitmezdi. Çünkü çevrenizde hiç kimse böyle yapmıyor olurdu, yapanlara da ahlaksız gözüyle bakılırdı; hırsızlarla, tecavüzcülerle, katillerle bir sayılırlardı.

Arkadaşım soruyor:

“Tarlamı ekecek durumum yok. Bu yüzden ortakçıya veriyorum. Kira alamayacak mıyım? Ben bu tarlanın ürününden de bir şey alamayacak mıyım?”

“Kiraya verdiğin taşınmazın ancak amortismanını alabileceğin gibi sen ancak tarlanın değer kaybını talep edebilirsin. O da toprağın eksilen malzemesidir, potasyumdur, karbondur, azottur, fosfordur, organik maddedir…”

“Kirayı belirlemek için her yıl toprak analizi mi yaptıracağız yani?”

Diyorum ki:

“Toplum Müslüman olsaydı hangi iklimde hangi ürünün hangi hasat yoğunluğunda toprağı ne kadar eksilteceği belirlenmiş olurdu, insanlar da yayınlanmış bu çizelgelerden bakarak kirayı kolayca belirlerdi. Laboratuvara para vermek istemiyorsan bırak bedava eksin veya bırak ekilmesin, orası yaban ekolojiye hizmet etsin, arılar bal yapsın. Aslında ekemeyeceğin tarlanın sende olması bir dengesizliktir, giderilmesi gereken bir arızadır. Toplumun amacı o toprağın sonunda işleyecek olana dönmesi olmalıdır. Toplum Müslüman değilse bunu sen amaçla. Her yıl taksit ödeyerek tarlayı senden satın alsın mesela:

Allah, bir bölümünüzü geçimlik yönünden diğerlerinize üstün yapmıştır. Üstün yapılanlar denklik sağlanması için yanlarında kendilerine bağlı olanlarla paylaşmıyorlar. Şimdi, Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? 16:71

Tarlayı paranı korumak için almışsan ve bunu yapmak istemiyorsan ortakçıyı sömürmeye çalışma.”

“Böyle yaparsak kimse tarla, ev, iş yeri satın almaz. Nasıl olsa kira beleş.”

“Evet. Zaten öyle olacağı için de kimse ihtiyacından fazlasını satın almaz. En kötü apartman dairesi iki yüz asgari ücrete denk olmaz, çok daha ucuz olur, herkesin bir barınağı olur. Birikmişini nakitte tutmak istemeyen yine kullanmayacağı taşınmazı alabilir, kiraya verebilir ve bundan hiçbir zarar görmez. Parası çok olan bu parayı başkalarının paralarını kendine çekmek için kullanamayacağı için de yoksuldan zengine değil, zenginden yoksula doğru bir akış olur. Kimsenin kimseyi sömürmediği, yoksulun varsıla diş bilemediği, nefretin her yanı doldurmadığı böyle bir sistemi mi beğenmiyorsun?”

“Böyle bir sistemin kötü yanlarını görmezden mi gelelim? O zaman yatırım çok azalır, büyüme çok yavaş olur.”

“Evet, yavaş olur ama yoksulluk şimdiki gibi derin ve yaygın olmaz. Şimdiki sistem giderek büyüyen mutsuz çoğunluk pahasına giderek küçülen bir mutlu azınlık üretiyor. Piramidin ucu sivriliyor, tabanı genişliyor. Bunu durağan olarak düşünme. Bu sonsuza dek süremez. Bir noktada piramidin tabanındaki kalabalığın yitirecek bir şeyi kalmaz ve canları pahasına piramidin üst katmanlarına saldırırlar. İnsanın yitirecek bir şeyi kalmadığında, hele ahlakı zayıfsa, kazanamayacağını bilse bile zarar vermek için saldırır. İşte o noktada kaçacak yer kalmaz. Bu varsayımsal nokta gelecekte bir gün değil. Sürekli o noktadayız. Bu kadar çok hırsızın, saldırganın, namussuzun var olma nedeni senin iyi bir şey sandığın bu hızlı büyümedir. İnsanlar emeğin para etmediğini, başkasının emeğini çalanların iyi yaşadıklarını gördükçe hırsız olmaya, hak tanımamaya zorlanıyorlar. İyi insanların cezalandırıldığı bir sistemde hiç kimse iyi olmak istemez. İçinde bulunduğumuz sistem budur. Yani son çöküş ansızın gelebileceği gibi, o çöküşe doğru adım adım ilerlerken sürekli olarak ceza çekiyoruz. Benim öngörülerimi, nedensellik açıklamalarımı tatmin edici bulmuyorsan Allah’ın vaadine güven. Senin ‘büyüme olmaz’ dediğin sistemin uzun vadede (ahirada) daha iyi olacağını, riba ve sömürü pahasına “kalkınmanın”, “ilerlemenin” ancak yıkımla, çöküşle, cezayla, kahırla sonuçlanacağını Allah söylüyor. 2:276-279 ve 30:39 ayetlerini daha önce konuşmuştuk…”

“Ya ben işsizsem ve elimde kiraya vereceğim o topraktan başka bir şey yoksa?”

“Çalışamayacak durumda olanların veya çalışacak durumda olduğu halde nüfus fazlalığı nedeniyle yapacak iş bulamayanların sefil olmayacak kadar geçindirilmesi toplumun sorumluluğu olmalıdır. Bu kavram gavurun jargonuna universal basic income olarak girmiş. Toplum eğer bu sorumluluğu almıyorsa senin Müslüman dostların almalıdır. Çevrende hiç Müslüman kalmamışsa bu, yanıtı olmayan bir soruya dönüyor. O zaman uyuşturucu satmana da icazet vermemiz gerekirdi. Çaresiz bırakılmış birinin uyuşturucu satması veya riba yemesi herhalde başka bir şeydir ama nedir, bilmiyorum.”

Arkadaşım soruyor:

“Bir hak kazanmak için işletmenin kuruluşunda veya işletilmesinde küçük de olsa bir emeğimin olması şart mı?”

“Emeğinin değerinin ne kadar olduğuna aranızda karar vereceksiniz. Burada yine 7:85 uyarınca, sermaye koyduğun gerekçesiyle emeğini olduğundan büyük göstermeye çalışmayacaksın. Eğer birlikte kazanmak istiyorsanız birlikte çalışmanız gerekiyor. Senin borcun ödendikten sonra üretilen tek şey işletmede çalışanların harcadıkları emeğin karşılığıdır. 4:24’de evlilik ödencesinin hediye olarak iadesine izin verilmişse, benzer biçimde işletmeci sana gönlünden geçtiği için hediye verirse alabilmelisin. Ama bunda en küçük bir zorlama veya emrivaki olmaması gerekir, yoksa bunun hilei şeriyeden bir farkı kalmaz.”

“Sermayeye ortak olarak iş yapmak yasak yani, öyle mi?”

Geleneksel fıkıhta murabaha diye bir sistem var. ‘Geleneksel’ dendi mi bununla eskinin bugüne ulaşan bilgisinin kast edildiğini anımsatayım. Yani bugüne ulaşamadan yok olan yöntemler, usuller ve icatlar geleneksel değildir. Murabaha, tam da senin istediğini veren, yani yalnızca sermaye sağlayarak kâra ortak olunabilen bir sistem. ‘İslamî’ bankaların verdiği kâr payının dayanağı kabaca bu. Ama bence bu yine yasak alana düşüyor. Çünkü tıpkı faiz sisteminde olduğu gibi banka, yoksul kişiyi yoksulluğu nedeniyle cezalandırmış oluyor. Sen de elinde fazladan paran olduğu için arkadaşından kâr payı istersen arkadaşın sana sen ondan daha zengin olduğun için para vermiş olur. Oysa herkesin iyiliği için, gönencin toplumun bütününde artması için tersi olması gerekiyor. Hiç değilse herhangi bir aktarım olmaması gerekiyor.”

“Arkadaşım borcunu zamanında ödeyemezse ben bundan kesinlikle zarar göreceğim. Bu olasılığı ne yapacağız?”

“Olasılık gerçekleşmediği sürece sen zararda değilsin. Gavur, kaza olasılığı üzerinden para kazanmanın adını ‘risk maliyeti’ koymuş. Ama gerçekleşmeyen riskin karşılığını isteyemezsin. Bu yüzden kâr amaçlı sigortacılık da ribadır. Aynı şeyi ‘fırsat maliyeti’ adlandırmasıyla da savunuyorlar. Diyorlar ki ‘ben bu parayı başka bir yatırımda değerlendirecektim, sana verdiğim için değerlendiremiyorum, fırsatı kaçırıyorum’. Ama öyle bir fırsat yok, olmadığı için de kaçmadı. Yine gerçek olmayan şeylere ad verip para karşılığı biçiyorlar. İslam gerçeğin dini olduğuna göre gerçek olmayan bir şeye para ödenmemeli. ‘Yatırım’ dediği o parayı sana değil başkasına vermek. Yani yine paradan para kazanmak, yine riba. Yoksa fabrika kuracak değil. Çünkü o tefeci zaten, işi bu. Senin de işin gücün var, o parayla yeni bir iş yapamadığın için arkadaşına borç veriyorsun zaten. Eğer yapabiliyorsan işi kendin kur, arkadaşını bol ücretle çalıştır, öyle değil mi? Arkadaşın iflas ettiyse borcunu ertelersin.

“Enflasyon var…”

“Enflasyon hesabı bütün bu tartışmaların dışında. Enflasyona göre borcu güncelleriz veya enflasyonu olmayan bir değer üzerinden sözleşme yaparız. Bu ülkenin yasaları buna izin vermiyorsa bu yine İslam’ın kişisel bir seçim olmadığı anlamına gelir. Risk almak istemiyorsan borç vermez ve arkadaşını kaderine terk edersin, bu senin yapacağın seçim. Yarınki enflasyonu bilemiyor olman nedeniyle borcun nasıl ödenmesi gerektiği konusunda bir öngörüde bulunamayabilirsin. Bunu gerekçe göstererek, sözgelimi yarınki enflasyonu yüzde iki yüz varsayarak senet düzenlersen bu kez yine gerçekleşmemiş bir riski kazanç gerekçesi yapmış olursun.”

“Kendimi köşeye sıkışmış hissediyorum. Yapacak hiçbir şey yok gibi.”

“Bence yapılacak şey toplumun/devletin gerekli yasal ve kurumsal altyapıyı oluşturmayarak yasakladığı bu güzel alışverişleri önce cemaat ölçeğinde başlatmak, ardından bunun toplumsal bir talep olması için çalışmaktır. Diyeceğiz ki, ‘bakın bu ülkede Müslümanlar da var, birbirlerine borç veremiyorlar, sermaye sağlayamıyorlar çünkü yasalar bunu zorlaştırıyor, hazırladığımız şu yasa tasarılarını bir görüşelim, insanların seçeneği olsun’. Ama o noktaya gelebilmek için bir yerden başlamak gerekiyor.”

Hepimiz çocukluktan başlayarak sistemli sömürüyü doğrulayan telkinlerle soluk alıp verdik. Sanıyorum ki ribacı toplumun aşılamaları çok güçlü olduğu için bir karşı tez sunamayan arkadaşımın içine sinmiyor bu yanıtlar. Burada verdiklerim dışındaki yanıtlar da benim içime sinmiyor. Çekincelerimi sundum. İkna edemiyorsam atladığım, göremediğim bazı noktalar olabilir diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Riba Sorusu” için 48 yorum

  1. AYETLERDE HEPSİNİN CEVABI VAR…
    1-BORÇ VERDİ İSE YAZILI , SENETLİ YAPACAK VE HER İKİ TARAF TA BU BORCA SADIK KALACAK..
    2-SÖZLEŞME AHİD YAPTILARSA HER İKİSİ DE BU AHDE SADIK KALACAK.
    3-BORCU VERİRKEN YAPTIĞIN KARDAN BANA DA ŞU KADAR PAY VERECEKSİN DİYE AHİDLEŞTİLER İSE AHDE BAĞLI KALACAKLAR..
    BÖYLE BİR AHİD-SÖZLEŞMELERİ OLMADI İSE VERDİĞİ BORÇTAN DAHA FAZLASINI TALEP EDEMEZ..ADAMIN KAZANDIĞINA AĞZI SULANIYOR İSE O PARA İLE O İŞİ KENDİSİ KURUP KENDİSİ AYNINI KAZANSAYDI.
    SÖZLEŞME VE RIZA OLMADAN TALEP EDİLEN MAL VEYA PARA BATILDIR..HÜKMÜ BATILA ALET EDİP KILIFINA UYDURUP BİRBİRİNİZİN MALINI YİYEMEZSİNİZ.
    “وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟ Birbirinizin mallarını haksız yere yiyip tüketmeyin ve diğer insanların mallarından bir bölümünü bilerek haksızlıkla tüketmek için hukuki hilelere başvurmayın.BAKARA 188

        1. Ben kar amacı olduğunu sanmıyorum. Zaten sistemin yakın zamanda çökeceğini, açığın bütçeyle kapatılacağını veya emekli maaşlarının kuşa döneceğini düşünüyorum. Hatta böyle bir durum SGK’yi kapatmak için gerekçe yapılabilir. Memurun ve işçinin ayağını özel emekliliğe alıştırmaya çalışmanın bunun hazırlığı olduğunu düşünüyorum. Tıpkı “şehir hastaneleri” adlı özel hastanelerin devlet hastanelerini kapatma projesinin bir aşaması olması gibi. 80’lerde özelleştirmeye veya kapatmaya gerekçe üretmek için KİT’lere bile isteye zarar ettirmişlerdi.

  2. Müslümanların en büyük sorununun Kuran’a göre benimsenmiş bir ekonomi modelinin olmaması olduğunu düşünüyorum. Kuranda aradığımız, arayacağımız bütün cevaplar mevcutsa İslam toplumlarının bu ekonomi modelini bulup uygulaması elzemdir. Kapitalist ya da sosyalist ekonomi modeli ile insanlığın bir yere varamayacağı aşikardır. En basit örnekle bir insan 365 günün yaklaşık 300 günü çalışıp sadece karnını doyurabiliyor olabilir mi? O da ne kadar sağlıklıysa. Bu ekonomi modelinde Kuranda bahsedilen altının büyük bir öneme sahip olabileceğini düşünüyorum. Bu konuda araştırma yapmaya çalışacağım. Selamlar.

    1. Kuranı kerimde tek ve net bir ekonomi modeli vardır.. Allah cc rızkı insanlar arasında eşit paylaştırdığını ama aralarında sosyal ilişki olması için eşit dağıtmadığını ifaade eder..Bu yüzden herkesin önce en yakın akrabalarından başlayarak her maaşında (rızkı ne zaman eline geçiyor ise) infak yapmasını emreder. Kul hakkı yemeyin diye hariçten gazel okuyup yaygara yapanlar bu konuyu insanlara anlatmayıp sabahtan akşama kadar kul hakkı yemekte ve yedirmektedir. İnfak yapmamış insanın üzerinde diğerinin hakkı oluşur ve ahirette müflis (iflas eden) lerden olacaktır. Zira bu durumda öldü ise sevapları karşıdakine yüklenecek , eğer karşılamaz ise karşıdakinin günahlarını da yüklenip cehenneme gidecektir..bunlar ayetler ile sabittir.Zekat infakın sonucunda oluşan rızkın temizlenmesidir. yılda 1 kez 40 ta bir değildir. Allah cc un paylaşımında senden alacağı olan kişi sıkıntı içerisinde 1 sene senin keyfini mi bekleyecekti..!!Bunlar sonradan kitabı kendine uydurma girişimlerinin sonucudur..İnfak sebebp zekat sonuçtur !! Bu sistemde herkes başkası için çalışmış olur ve ne faiz ne ekonomik buhranlar asla yaşanmaz !! Allah cc doğru söyledi. Her doğru yolun başına oturmuş olan Şeyh-tan lar saptırdılar.

    2. Sosyalizm Kuran’a uygundur. Uygun başka sistemler de üretilebilir. Kuran bir sistem belirleseydi bu kez de niye özgür bırakmamış diye eleştirilecekti. Bkz. 5:101, 10:66.

  3. Bir okurun güzel bir saptaması: Sermaye koyan ve emek harcamayan kişinin kazançtan pay istemesi, çocuk yetiştiren bir kişinin çocuğun yetişkinliği boyunca kazanacağı her şeyden bir pay istemesine benzer. Çünkü o da yalnızca ilk hareketi veriyor ve böylece çocuğu kendini çeviren ve artı değer üreten bir üretim aracına dönüştürmüş oluyor. Hatta bu mantıkla çocuğun çocukları ve yedi göbek torunları üzerinde de hak iddia edebilir çünkü hepsine ilk hareketi o verdi.

    1. Bu yanlış örnek üzerine ben de bir yanlış örnek vereyim: Mealen ana-baba yanımızda yaşlanınca öf bile demiyoruz ya, demek ki biz gençken bizi büyüttükleri için bizim onlar ölene kadar borcumuz devam ediyor. Yani, onların açısından bakınca onlar çocuk yetiştiren. Sürekli bu ticaretten pay istiyorlar demek ki Kuran da “bu hakları” diyor.

    1. Giriş paragrafındaki hatayı ben yazılarımda açıkladım. Ribanın karşıtı infaktır. Ribayı yasakladığınızda infakı, yani bu bağlamda faizsiz borç verilmesini sağlamalısınız ki insanlar borç alabilsinler. İkisini birden tıkarsanız, Kanuni’nin yaptığı öne sürüldüğü gibi, elbette hiç bir yere varamazsınız. Eğer gerçekten böyle bir şey yaşandıysa bu birilerinin şeytanca tuzağıdır diye kestiriyorum. Padişahın zaten kafası basmaz, bassa da umursamaz.

      Yazının geri kalanını eleştirmeme gerek yok. Verdiği örneklerin kimisi ribayla ilgili değil. Savları baştan aşağı yanlış. Ben üç yazımda her şeyi açıkladım. Anlaşılmayan bir yer varsa gösterin, bir kez daha açıklamayı deneyeyim.

      1. İsrafil Balcı da yakın zamanda bu konuyla ilgili bir video çekmiş. Verdiği örnekle modern bankacılık arasındaki fark ne anlamadım. (Örnek şu: borcunu ödüyor musun, yoksa arttıralım mı?) Videonun sonlarına doğru “bugünkü bankacılık sistemi artık yerleşik bir düzendir, ister kabul edin ister etmeyin” diyerek teslim bayrağını çekiyor. Yanlış fetvalar verip müslümanları evsiz barksız bırakmayın, sonra da fakirliği övüyorsunuz diye devam ediyor.

        youtube.com/watch?v=EiBRBxqZzsA

        İsrafil beye ve onun gibi düşünenlere sormak lazım; faizle borçlanarak iş kurmak ya da ev almak yanlış değilse, bırakın İslam’ı, “özgürlükçü” değerleri savunan seküler toplumlarda bile neden herkesin birbirine faizle borç vermesine izin verilmiyor? Seçili bir azınlık dışında bu bir “suç”. Modern toplumlarda bile bazı “özel” insanlar ve kurumlar dışında faizle borç vermek “haram” kılınmış ama hocalarımıza göre bunda bir sorun yok. Yani Şahenk, Koç ya da Sabancı’ya borçlanırsanız bu bir sorun olmaz ama aynı işi sen ben yapsak “suç” yani “haram” işlemiş oluruz.

        Benzer durum kumar için de geçerli. Allah’ın yasalarını kabul etmeyen özgürlükçü toplumlar bile herkesin kafasına göre faiz ya da kumar işine girmesinin önce ekonomiye, sonra da ona bağlı olarak sosyal yapıya vereceği zararı biliyorlar. (yani gönülsüz de olsa secde ediyorlar, 13:15) Durum böyleyken bu sistemi “hoca” vasıflı insanların savunmasını aklım almıyor. Sonra da işi enflasyona ve borç verilen ya da kenara konulan paranın değerini kaybetmesine getiriyorlar. Önce enflasyon neden var, onu bir anlatsaydınız ya.

        Videoda söylediği en makul şey “o zaman alternatifiniz ne” söylemi. Onun cevabını verebilmek için önce yaşadığımız toplumun batıl yasalara göre düzenlendiğini ve bu durum değişmeden bireysel yolların yetersiz kalacağını kabul etmemiz gerekecek. Temiz yollar bir bir tıkandıktan sonra sistem eleştirisi yapacağına “cevabın yoksa sus, sisteme boyun eğ ve insanların kafasını da karıştırma” demek kolay oluyor.

        İsrafil Balcı ve onun gibileri ne kadar farkında bilmiyorum ama riba meselesi de dahil birçok konuda dedikleri şu noktaya çıkıyor; “tamam hepimiz müslümanız da gelin kabul edelim, bu çağda İslam’ın ilkelerine göre yaşanmaz, imkansız.”

        1. Her konuda doğruyu söylemeye çalışan bir akademisyenin işsiz kalacağını da bilmek gerekiyor. Yani bu adamlar bunları dedikleri için hâlâ üniversitedeler. Gazeteciler böyle oldukları için gazeteciler dememiz gibi. Veya politikacılar böyle oldukları için politikacılar. Polisler böyle oldukları için polis kalabiliyorlar. Örnekler çoğaltılabilir. Müslümanlar kenara çekildikleri ve yenilgiyi kabul ettikleri için dünya böyle. Faizsiz bir düzene inanan kalmadığı için faizsiz borç verilmiyor. Soru soran kalmadığı için doğru yanıtları bilen yok. İsteyen kalmadığı için veren yok. Allah’ı çağıran kalmadığı için yardım etmiyor. Çağrımız olmayacaksa bizi ne yapsın.

  4. 60:8-9 ayetlerinden ne anlıyorsunuz? 9 da dost edinmenin yasak olduğunu söylüyor. Dost kelimesinden anladığınız nedir?

    1. تَوَلَّوْهُمْۚ KELİMESİ DOST EDİNMEK DEĞİL..itibar etmek , tam tersi de yüz çevirmektir. فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ Araf 93

      1. Cevabınız için teşekkür ederim.
        Tam olarak anlamadım.
        TDK’ya göre
        İtibar etmek:
        1.saygı göstermek, saymak, değer vermek
        2.göz önünde bulundurmak, dikkate almak
        anlamlarına geliyor.
        Birisi ile alışveriş yapınca ”itibar etmiş” oluyor muyuz?
        Benim asıl sorunum. Amerika devleti 60:9 ayetindeki kişilerden biri. Devletin kendisi ile işim olmasada Amerika içinde bir şirket ile alışveriş yaptığımda vergi verilmesi gerekiyor Amerika’ya. Bu vergi sorun çıkartır mı? Sorunum bu.

        1. O şirket sizi dininizden çıkarmaya çalışmıyorsa , yaşadığınız yerden sizi çıkarmıyor ise , bunlar için birileri ile yardımlaşmıyor ise problem yoktur..Fakat bu koşullar olduğundan eminseniz problem olur.
          “Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi, ülkenizden çıkarmayanlara iyilik etmenizi, onlara karşı insafla, adaletle muamelede bulunmanızı nehyetmez; şüphe yok ki Allah, adaletle muamele edenleri sever.”60/8

          1. fi edatı “için, -den, den dolayı, yüzünden, göre” anlamına gelmiyor mu? “Dinden çıkarmaya çalışmıyor “değilde ” Dininiz yüzünden sizinle savaşmıyor ( silahlı savaş )” anlamına gelmiyor mu?

    2. O sözcüğün anlamı dost değil. Ya sırdaş ya da koruyucu olması gerekiyor. Hangisi karar veremedim. Ama zaten dostun anlamında ikisi de vardır biraz. Arkadaş sözcüğü, kök-türev ilişkisini görürseniz daha uygun olabilir. Eğer arkanızı o kişiye kollatıyorsanız veya o kişi sizin arkanızı kolluyorsa birbirinize hem sırdaş hem koruyucu olmuşsunuzdur. Alışveriş yaptığınız ülkenin maliyesine ödediğiniz vergi o devletin hizmetlerinden yararlanmanızın karşılığı veya ayakbastı parasıdır. O ülkeyi arkadaş edinmeye denk olacağını sanmıyorum. En iyisi ABD gibi İslam’a saldıran(ları besleyip barındıran) bir ülkenin maliyesine hiç para kazandırmamak olsa gerek. Ama iş gereği ödediğiniz verginin doğrudan yasaklandığını düşünmüyorum.

      1. 60:10-11 de neden infak edilenlerin geri odenmesi isteniyor? Kafirler ile alisveris ne oluyor bu durumda?

        1. Burada sözleşme var, bu bir mal alışverişi değil. Kadınlar/işçiler/yurttaşlar bir takımdan öbürüne geçtiklerinde eski takımın onlara harcadıkları geri verilsin deniyor.

  5. 4:29 ‘daki “illa” ya “den başka,haricinde” anlamı vermez isek evet, mallarınızı aranızda batıl bir ticaretle yemeyin anlamına geliyor. Tabi buradaki mal ve ticaret geniş kapsamlı, her şeyi kapsıyor.

    Burada “illa” ya bu anlamı vermeyi kabul edince, acaba başka nerelerde “illa”yı anlamı değiştirecek şekilde meallemişler bakmak gerekiyor. Ben bakıyorum, faturası biraz ağır oluyor yalnız.

    Yazıdaki örneklere boyut katması için bir örnek-soru:

    Bir taşı gün boyu ittirenin mi emeği daha fazla değerdir;o taşın doğru yönde doğru kuvvetle ittirilmesi bilgisini bilen mi? Bu tartışılmalı.

  6. Elim ile ayakkabı üreten bir ayakkabıcıyım. Ayda 40 ayakkabı ancak üretim geçimimi kıt kanaat sağlıyorum. Sonra duyuyorum ki bu işi büyütebilirim. Ayakkabı makinası diye bir şey çıkmış. Bu makinadan alırsam ayda 80 ayakkabı üretebilirim. Ama makinayı alacak param yok. Komşumun yastık altında parası varmış, istiyorum veriyor borç olarak. Makinayı aldım. Şimdi ayda 80 ayakkabı üretiyorum kazancım 2 katına çıktı. Sonra benim ayakkabılara talep artıyor, herkes memnun. Ama işe yetişemiyorum, 10 tane işçi alıyorum. Şimdi ayda 600 ayakkabı üretebiliyorum, bu arada 5 makine daha aldım, 3000 ayakkabı üreten bir fabrikam ve bir sürü işçilerim oldu. Bu arada benim komşunun paracığını da tamıtamına ödedim.

    Sorular:

    Komşumdan aldığım borç sayesinde şu an artık zenginim. Eğer komşum başta “ben de verdiğim para oranında bu işe ortağım” dese idi benim zor durumumdan faydalanarak beni sömürmüş olacaktı. Peki ben şimdi onu sömürmüş olmadım mı? Ben zengin oldum, o hala derme çatma gece kondusunda yastığının altındaki az bir parasıyla yaşıyor.

    Tek başıma ancak 80 ayakkabı üretebilecekken aldığım işçiler sayesinde koskoca ayakkabı fabrikasının sahibi oldum. Şimdi ben işçilerimi ( maaşlarını fazla fazla tamı tamına versem de) emeklerini sömürerek sırtlarından zengin mi oldum?

    1. Güzel soru.

      Paranın tanımı, emeğin karşılığıdır. Tanımı yerine koyduğunuzda sorularınıza yanıt alırsınız. Petrole ödediğiniz para onu çıkarma parasıdır, petrolün kendisi bedavadır. Mobilyaya ödediğiniz para ağacı işleme parasıdır, ağacın kendisi bedavadır. Ekmeğe ödediğiniz para emeğe ödeniyor, buğdayı yetiştiren topraktaki azot, potas, fosfor, havadaki karbon bedavadır. Bunlara ayrıca para ödediyseniz yine onları işleme emeğine ödediniz. Bu, harcanmış olan emeğin karşılığı. Faize dayalı bankacılık sisteminde ise para daha harcanmamış olan, gelecekte harcanacak olan emeğin değeri oluyor. Bu verdiğim kaynaklarda, özellikle Crash Course’da açıklanıyor, önemli olduğu için söylemeden geçmedim. Ama soruyla ilgisiz.

      Komşunun koyduğu sermaye, onun daha önce toplumun öbür bireylerine vermiş olduğu emeğin karşılığıdır. Vermiş olduğu emeğin karşılığı hala cebinde tastamam duruyorken nasıl ona haksızlık edilmiş olabilir?

      Siz zengin olduysanız emeğinizin karşılığıyla zengin oldunuz. Makine üreticisi sizden emeğinin karşılığını aldı. Elektrik sağlayıcısı da aldı. İşçiler de aldı. Sorun nerede? Aynı mantıkla makineyi otuz değil üç liraya satan üreticiye de haksızlık etmiş oluyorsunuz. Belki o da gecekonduda yaşıyor? Yaşamıyor mu, üreticiler genelde zengin mi olurlar? Güzel, belki bu, işçilerinizin de gecekonduda yaşamamaları gerektiğine sizi ikna eder. Böyle bir iknaya gerek var çünkü İslam’dan habersiz patronlar kendilerini zengin eden makine üreticisinin zenginliği hak ettiğini ama işçilerin hak etmediğini düşünüyorlar. Siz zengin olurken işçileriniz olmuyorsa komşunuzla birlikte onları da sormanız gerekir. Ama karıştırmayın: Sizi zengin eden işçilerinizin ve makina üreticilerinin ve elektrik sağlayıcısının ve diğer katkıda bulunanların emeğidir. EMEK. Verdiler o emeği. O emek HARCANDI, sonsuza dek yok oldu. Dolayısıyla karşılığının ödenmesi gerekir. Komşunuzun emeğinin karşılığı hala cebinde. HARCANMADI. Müşterilerin size ödedikleri para da harcandı ve emeğin karşılığı olarak size ve emek verenlere dağıtıldı.

      Eğer komşunuz kötü durumdaysa ona YARDIM etme borcunuz var, faiz veya kar payı ödeme değil. Sanıldığı gibi bu isteğe bağlı değildir. Yoksula yardım aslındsa geleneksel fıkıh terimiyle farzı kifaye sayılmalıdır. Yani toplumda o görevin yerine getirilmesi ZORUNLUDUR. Teker teker bireyler için isteğe bağlı olabilir ama toplamda zorunludur. Askerlik gibi, çöpçülük gibi, yöneticilik gibi.

      Komşunuzun “durduk yere” zenginlik üretilmesine vesile olması, oyun kuramının terimleriyle söylersek, yaşamın bir “sıfır toplamlı oyun” olmadığıyla açıklanır. Bu, Allah’ın infakı nasıl çoğalttığının bir örneğidir. Ayetin vaadinin gerçekleşmesinin yollarından biri bu örnekte gözünüzün önünde duruyor. Eğer sıfır toplamlı oyun paradigmasına takılıp kaldıysanız sermayeciye haksızlık edildiğine inanmaya eğilimli olursunuz. Varsayılan olarak hepimiz sıfır toplamlı oyun paradigmasına sahibiz çünkü maddeci, pozitivist, hurafeci, parçacı, eğreti bir ahlakın çocuklarıyız. Doğayla mücadele, ekmek kavgası, arz-talep dengesi gibi klişe sözlerin altında her zenginliğin birilerinin sömürüsünden kaynaklanmak zorunda olduğu gibi ima bulunabiliyor veya öyle anlaşılabiliyor. Modernist hipnozdaki birine bir iyiliğe katılmayı teklif ettiğinizde “benim ne çıkarım olacak” diye düşünmesinin, yani bayağı (Ar. dunya) çıkarını hesaplamasının nedeni bu çürük ahlaktır. Her şeyi en düşük düzeyde maddesel bir çıkar çatışması olarak görmesidir. Kuran’a çalışıp güvendiğimiz ölçüde bu paradigmadan, yani modern kültürün filtrelerinden, merceklerinden, buzlamalarından kurtuluyor ve yalın gerçeği çıplaklığıyla görmeye başlıyoruz. Bu arada, yoksullara (aslında yoksuNlara demek daha doğru) verilmesi gereken yardımın ödenmiş bir emek karşılığı olmamasının, yani karşılıksız olmasının gerekçesi de yaşamın bir sıfır toplamlı oyun olmamasında gizli. Aç doyduğunda topluma kin duyup asla tahsil edemeyeceği alacaklarının öcünü aramayı bırakır ki hepimizin alacağı vardır, hepimize haksızlık edilmiştir. Toplumun üretken bir bireyi olmak ister, verebileceği her fırsatta vermeyi isteyen biri olur çünkü hepimizin içinde olan ve gerçekleşmeyi bekleyen bir iyilik özü vardır. Toplum “durduk yere” bir yoldaş kazanır. Veren de kazanır ama hipnoz altındakilerin bunlara inanabilmeleri mümkün değil.

      Aslında bu örnekte hiç kimse durduk yere zengin olmuyor. Siz durmuyor, çalışıyorsunuz. Durmayıp çalışan kim varsa bu zenginlikten payı olmalı. Komşunuz ise dikkat edin, duruyor. Parasının “zaman değerini” veya “fırsat maliyetini” sorarsanız onları yazılarda açıkladım. Gerçek olan onun paraya o anda ihtiyacı olduğu ise, gerçeği gerçekleştirsin ve harcasın. Gerçek olan paraya o anda ihtiyacı olmadığı ise, gerçeği gerçekleştirsin (Arapçasıyla hakkı tahakkuk ettirsin) ve borç versin.

      İşçilerin maaşlarının ne kadar olduğu sorusunun yanıtını kısmen Kölelik Hurafesi yazımda verdim. İşçiler yakın zamanda veya ansızın çekip gidecek değillerse onları emekliliklerine kadar maaşlı olarak çalıştırmanız, bu sırada sizin orantısızca zenginleşmeniz onları köle sizi de efendi yapar. Bu, riba tartışmasından bağımsız olarak Kuran’ın kölelerle ilgili yasasına aykırı. Aranızda büyük kazanç farkları olmamalı. Yöneticiyseniz yönetiminizin karşılığı elbette daha çok kazanç olabilir ama bugünkü gibi 10/1, 100/1, 1000/1 gibi oranları neye dayanarak savunabilirsiniz? Hangi yönetimin değeri bu kadar fazladır? Aidat çok yüksek olduğunda apartman yöneticisine huzur hakkı bile vermek istemezler, “aidatını sen de tam öde” derler. Yani aslında hangi yönetim hizmetinin kaç para edeceği çok da ucu açık bir mesele olmamalı. Ama dediğim gibi, kapitalist dogmalarla düşüncemiz ve vicdanımız çoktan örselenmiş olduğu için işçi asgari ücret alırken yöneticinin Rolls Royce yerine Mercedes’e kanaat etmesini (!) makul sanıyoruz. Böyle bir dengesizlik olmaması için bence en yalın çözüm işçilerin kar payı almalarıdır. Herkes emeğinin doğrudan değerini o oran üzerinden bilir. Hissedar da olabilirler. Burada bir hareket alanımız var. Kuran sonucu söylemiş, işçiyi sömürmeyi yasaklamış, eşitlenme hedefini göstermiş. Bunun formülü tartışılabilir.

      Belki makine konusunda bir şey daha eklemek gerekir. Makine çok yeni bir şey ve örnekte görüldüğü gibi kişilerin ve toplumun uyum sağlayamayacağı bir hızda zenginleşmeye neden oluyor. Ve örnekte görüldüğü gibi emeğinin karşılığını tam olarak almış veya almakta olan kimine haksızlığa uğradığı izlenimi veriyor. Bir taraftan da zengin olma hırsı olan kişilerin hırslarını kaşıyarak onları öne çıkarıyor, önderler haline getiriyor. Zaten endüstri devriminde yaşananlar ve sömürünün makine sayesinde yaygınlaşmasına karşı oluşan komünist tepki bunu gösteriyor. Makineyle ribanın eşzamanlı olarak patlaması rastlantı olmamalı. Belki bu açıklamalara ikna olmakta zorlanmamızın nedeni bu patlamanın aslında saman alevi olduğunu anlamamış olmamızdan kaynaklanıyor. Anlamak için de öbür riba yazılarında verdiğim kaynakları anlamak gerekiyor. Fosil yakıt-doğal kaynak-riba bileşkesini anlamak gerekiyor. Anlarsak, Allah’ın yukarıda ve yazılarda sözünü ettiğim vaadinin makro ölçekte nasıl gerçekleşmekte olduğunu da görebiliriz. Ahlaki çözüm olmadan ekolojik çözümün olamayacağını da anlarız. Küresel ısınmanın durdurulması, nüfus artışının durdurulması, şahane yenilenebilir enerji teknolojilerinin kullanılması Allah’ın vaadini geçersiz kılmayacak. Allah’ın vaadi fizik yasalarının zorunlu sonucu. O yasalar değişmezse riba sistemi çökecek.

      1. Para, zenginlik, kapitalizm, dünya hayatı vs. bunlarla olan ilişkilerin temiz bir zihinle ele alınması gerektiğini ben de düşünüyorum. (Maddeci, pozitivist, hurafeci, parçacı, eğreti bir ahlakın kirlettiği zihinlere sahip olduğumuzu kabul ediyorum ) Var olan kirli algılar ile değerlendirme sağlıklı olmaz, farkındayım. Bu soruları sorarken haksız kazancı temizlemeye, aklamaya çalışmıyorum. Ancak, bıçak kendi başına iyi veya kötü değildir; yaptığı işe bakar. Maide 8’de Allah için kavvamin olmamız ve kızgınlıklarımız sebebi ile haksızlık yapmamamız konusunda uyarılıyoruz. (Oradaki kavim kavramını topluluk olarak değil, KVM kökü ile ilişkili her şey olarak anlıyorum) Bu konular maalesef hiç tartışılmıyor. Tartışır gibi gözükenler de aslında tartışılmamış olması için tartışır gözüküyorlar.
        Cevabınızı tekrar tekrar okudum. Cevabınızda, benim şu an uydurduğum “bıçak safsatası” var gibi geldi. Bıçak kendi başına iyi veya kötü değildir; yaptığı işe bakar. Bıçak ile katliam yapan olması gerçeğinden hareketle onu çöpe atmak, bıçakla yapılacak olumlu işleri engellememize sebep olmaz mı? Sermayenin neden olduğu kötü tecrübeler sebebi ile iyice düşünülmeden suçlu ilan edilmesi taraftarı en azından iyice ikna olana kadar değilim.
        Çamura saplanmış kamyonetin arkasında kaçak işçi var veya bomba yüklü biradan gidip yüzlerce kişiyi katledecek. Bunu öğrendiğiniz an ona yardım eder misiniz? Bile bile yardım ederseniz devamında oluşacak kötülüğe ortak değil misiniz? Peki aynı mantıkla milyon dolar kazanacaksa benim yardımımla devamında oluşacak çıkarda sorumluluğum/dinim neden sadece itiverme emeği kadar olsun? Ben işime gidiyordum senin için durdum madem milyon dolar kazanacaksın, benim senin için işime 15 dk geç gitme maliyetime bir bedel biçer misin? Adam milyon dolar kazanmayacak sıradan kamyonet durdum yardım ettim, işime 15 dk geç kaldım, o zaman bu iyiliğimin karşılığını Allah’tan cennette beklersem bu da riba değil mi?
        “ Karşılıklı hoşnutlukla yapılan bir alışveriş yoluyla da olsa birbirinizin mallarını haksız biçimde yemeyin”
        Biz burada neyin hak neyin haksızlık olduğunun cevabını arıyoruz. Bol bol örneklerle tartışmalıyız.
        “Paranın tanımı, emeğin karşılığıdır.” yazmışsınız. Emek harcadım kas yaptım. Burada para kas oluyor. Kas yaptım artık o kasla her ne yaparsam riba mı oluyor? Çünkü emeğimin karşılığını aldım zaten, kaslı bir vücudum var. Bu kaslı vücudumla elde edeceğim her değer riba mıdır?
        Komşu emek verdi karşılığını aldı yastık altına attı. Cevabınıza göre komşu bu para ile borç verebilir, kendisine bir şey alabilir veya limon alıp satabilir. Ama sermayedar olamaz. Ancak benim sorum şu idi: Dünya çapındaki büyük ayakkabı fabrikasının sebebi olacak bir borç verdi bu adam. Bu borcun geri ödemesi sadece bire bir o verdiği para mıdır?
        Bir başka konu;
        Bir işçi çalıştırıyorum maaşını fazla fazla veriyorum, bana kalan 5 birim ama 5000 işçi çalıştırınca ve her işçime yine fazla fazla verince 5000×5 birim para benim oluyor. Ne yapayım şimdi benim kazandığım para haksıza mı dönüştü? Ya da “ben çok kazandım bu olmaz herkesi ortak ettim” mi diyeyim? Demeyince ben zalim miyim?
        Denklemde bir açık var, mevcut kötülükleri ben de görüyorum ancak bıçaksız bir sistem nasıl kurulur bunu öngöremiyorum, Maide 8 uyarınca tekrar tekrar, gerekirse kara sıfatları üzerimize alarak tartışmak gerekiyor. Islah edilmiş bıçak mı, tamamen bıçaksızlık mı?

        1. Yanıtlarımda yargılarımın mevcut sisteme olan nefretimden kaynaklanıyor olmadığını net olarak gösteriyorum diye düşünüyorum. Yine de duygusallıkla, tepkisellikle yargıladığım izlenimini nereden edindiniz? Tefecilere verilecek cezayı konuşuyor olsak belki hepimiz farklı yaşam deneyimlerimiz nedeniyle öznelliğe sapabilirdik ama burada bir tür “sulh hukuk” mahkemesi kurduk sadece, cezalara bakmıyoruz.

          Kamyonet suça gidiyorsa onu kurtarmanın karşılığını sormak konuyu değiştirmek olur. Fare zehrinin kaç para edeceğini konuşurken “ya bununla insan zehirlenirse” diye sormaya benziyor bu.

          “Kamyonu itivermenin değeri neden itiverme kadar olsun?” diye sorarken yanıtını veriyorsunuz. Çünkü itiverme, itivermeye eşittir. Bir şey kendisi kadardır, kendisinden küçük veya büyük değildir. Burada gerçek olan nedir? Siz olmaSAnız adamın yolda kalacak olması mı yoksa sizin itivermiş olmanız ve adamın yoluna devam etmiş olması mı? Eğer itmemeyi seçmiş ve adamı orada bırakmışsanız bir alacak verecek sorusu oluşur mu? Bence oluşmaz. Vicdansızlıktır, çirkinliktir falan ama bir hak doğmaz, doğmamalı.

          Kamyonet milyonluk işe gidiyorsa da gitmiyorsa da yaptığınız işin değeri kendisi kadardır, bunu anlatmaya çalışıyorum. Karşılığını cennette beklemekten hiç söz edilmedi ki. İtmenin değeri yüz liraysa adamın durumu ne olursa olsun yüz lira alacaksınız. İtmenin değeri istemeye değmeyecek kadar düşükse, yani teşekkür yeterliyse her iki durumda da teşekkür alacaksınız, tam olarak bunu demeye çalışıyorum zaten. Çünkü her iki durumda da emeğiniz aynıdır: Kamyoneti ittiniz.

          Sizin öne sürdüğünüz mantıkla, yolda içinde bir milyon lira olan çanta bulan kişi çantayı on metre ötedeki sahibine götürünce büyük bir hak sahibi oluyor. Hatta sahibinde “veririm ama %10 isterim” diyebilmeli. Çünkü evet, on metre yürümek yüz bin etmez ama o orada olmaSAydı milyon belki sıfır olacaktı. -SE eki olasılık bildiriyor. Tıpkı “komşu o borcu vermeSEydi milyonluk fabrika kurulamayacaktı” kurgusunda olduğu gibi. Kar amaçlı kaza sigortasının savunusundaki -SE ile aynıdır bu. “Kaza olSA batarsın, sayemizde batmazsın. %10’umuzu hak ediyoruz.” Fırsat maliyeti gibi, olasılık üzerinden, yani henüz gerçekleşmemiş olan, belki hiç gerçekleşmeyecek olan bir kurguya dayanır. Gerçek olana dayanmaz. Dikkat ettiyseniz ben gerçeğin ne olabileceğini değil, ne olduğunu soruyorum, yanıtlarımı ona göre oluşturuyorum.

          Yine sizin mantığınızla çok sıkışmış birinin ödeyeceği umumi hela ücreti daha yüksek olmalı. Çünkü orada o hela olmaSAydı altına yapacaktı. Ama gerçek o helanın orada olması ve adamın heladan yine bir kullanımlık yararlanmış olmasıdır. Ödediği ücret de bu gerçeğe karşılık gelen ücrettir, bir varsayıma, bir olasılığa karşılık değil.

          Yine benzer mantıkla çok büyük bir fabrikanın ruhsatlarını imzalayan memura yüklü bir rüşvet veya rüşvet istemiyorsa o kamu kurumuna yüklü bir miktarda bağış vermesi gerekir. Çünkü imzalamaSAlar milyar liralık kazançtan olacaklardı. “Ama bu onların görevi” dediğinizi duyar gibiyim. Peki, milyonluk bir ayakkabı fabrikasına vesile olacak borcu veren komşunuzun görevi neden alacağının tastamam geri ödenmesine razı olmak olamıyor? Sizin bakış açınıza göre bu kamu kurumu da bir tarife çıkarmalı ve ikisi de aynı emeğe, aynı kamu kaynağına karşılık gelen iki işletmenin ruhsatlarından çok kazandıracak olanın harcı daha yüksek olmalı. Ama bu neye karşılık olacak? İkisi de bin m2’lik iki işletmeden birisi daha çok kazandıracaksa bu girişimcinin kendi emeği veya aklıdır, kamu kurumu (veya OSB yönetimi, fark etmez) neyin karşılığını talep ediyor? Zaten kazandığının vergisini, aidatını ödeyecek, “ruhsat vermeSEk kazanamaz” diyerek adamı haraca kesmenin bir dayanağı olamaz.

          Aynı mantığı milyonluk ayakkabı fabrikası kuracak girişimci değil de milyonluk zarara uğramak üzere olan borçlu için yürütelim. Diyelim adama yüz lira borç vermezseniz çeki dönecek ve iş yerine milyonluk haciz gelecek. Bu durumda onu “iteklemenin” karşılığında yüzde on mu isteyeceksiniz? Çünkü siz yüz lira vermeSEniz milyondan olacak. Örneği biraz değiştirelim. Adam yoksul ve size yüz lira borcu var. Vadesi geldi ödeyemiyor ama bir ay sonra on bin lira para gelecek ve o zaman rahat rahat ödeyecek. Siz der misiniz adama “ertelerim ama bir ay sonra iki yüz lira alırım”? Çünkü ertelemeSEniz sefil olacak, belki karısı boşayacak, belki evini, belki çocuklarını kaybedecek, yalnızca zamana ihtiyacı var. Ama bunu dediğiniz anda faizci oluyorsunuz zaten, faizin tanımına geldik: “Paranın zaman değeri”. Siz alacağınızı ertelememe OLASILIĞINI adama 100 liraya satmış oluyorsunuz. Ortada el değiştiren gerçek bir şey yok, emek yok. Burada 2:280’i hatırlamanız belki durumu daha iyi anlamanızı sağlar. Yine aynı şeyi kamyoncu için düşünün. İteklememe olasılığını ona satıyor ve var olmayan bir şeye adamın durumuna göre fiyat biçiyorsunuz. Aynı şeyi ayakkabıcı için düşünün…

          Kas örneği yanlış bir benzetme çünkü kasınızla iş yaptığınızda kasınız tükenmiyor ama parayla iş yaptığınızda parayı tüketiyorsunuz. Parayı kasa benzettiğinizde zaten ribaya varırsınız. Çünkü modern dünyada parayı biriktiren onu kas edinmiştir, onunla kassızları döver ve haraca keser, yemeğini alır, böylece daha da kaslanır. Oysa para kas çalıştıkça tükenen şekerdir, yağdır, protein değil. Zaten onun için Kuran “biriktirmeyin” diyor, “kaynaklar aranızda dönüp duran bir devlet olmasın” diyor.

          İşçilere kaç para vereceğiniz sorusunun yanıtı ribayla ilgili değil. İşçi “çalıştırmayı” onların çalışacağı işyerinin sermayesini sizin sağlamanız anlamında kullanıyorsunuz. Ama gerçekte sermayeyi sağlamak başka, işyerini yönetmek başka işler. Diyorum ya, yoz sistemin kavramlarıyla düşünüyoruz. Yoz sistemde “çalıştırıyorum” sözcüğü bu iki farklı şeyi birbirine karıştırarak kullanılıyor. Biz berrak düşünmeliyiz. İşletmeyi yönetiyorsanız hakkınız yönetim emeğinden gelen hakkınızdır. Sermayeyi de sizin sağlamış olmanız bu hakkın ölçüsünü değiştirmez. Sizin işçi “çalıştırmak” karşılığı hakkınız yönetim hakkıdır, sermayenin değil. Her şey gibi sermaye de kendisine eşittir. İtiverme, itivermeye eşittir. Sermayeyi sağlamış olmanız sizin işçilerden bir kuruş fazla almanızı hak ettirmez. Çünkü sermayenin sahibi hala sizsiniz. Bina aldınız, makine aldınız ve onlar hala size ait. Yani sermayeyi sağlamışsanız ama yöneticilik yapmıyorsanız, yöneticiliği bir başkasına devretmişseniz sizin hakkınız yine sıfırdır. Sıfırın üstüne çıktığınız anda bugünkü sisteme döner zaten. Bugünkü sistemde sermayeci bin lira alıyor ve işçiye bir lira veriyorsa bunun ıslah edilmişinden kastınız ne, daha insaflı bir oran bulmak mı?

          1. Sanırım kendimi iyi ifade edemedim.

            “Duygusallıkla, tepkisellikle yargıladınız” demiyorum.

            Riba’nın kötü olduğunu biliyoruz. Neyin riba olduğunu arıyoruz. Şöyle ifade etmeye çalışayım: Yazılarınız oldukça doğru. Ama bana doğrular “gök mavidir” demek gibi geliyor. Evet, gök mavidir. Gökdelenden sırt üstü düşen adam için ne kadar mavidir? Sevgilisi ile ilk kez göğü seyreden herhangi birisi için gök sanırım masmavidir. Hayat kıvrımlı, girintili çıkıntılı bir şey. Düz değil. Bunu “müşrik toplumda her seçenek kirlidir” yazınız kapsamında söylemiyorum. “Toplum kirli o halde kaçamayız” demiyorum. Bu kapsamda anlamayınız.

            Sizin mantığınızla deyip hela , yolda para bulma , memur örnekleri vermişiniz. Bunlar benim mantığım değil. Sizin –bence- yanlış olan kamyonet örneğinizden gitmem sanırım bu yanlış anlaşılmaya sebep oldu. Bu örneklerin hepsinde zihninizde hep birinin zor durumda olması veya hinlik yapıp fazladan haksız kazanması varsayımları var gibi. Bunlar bıçağın tü-kaka yanları. Benim derdim bıçak cinayet aleti olarak kullanıldı diye toptan bıçağı yasaklamak hatasına düşüp düşmediğimizi sorgulamak. Bunu da birileri yapmalı. Ben üstleniyorum.

            “Eğer itmemeyi seçmiş ve adamı orada bırakmışsanız bir alacak verecek sorusu oluşur mu? Bence oluşmaz. Vicdansızlıktır, çirkinliktir falan ama bir hak doğmaz, doğmamalı.” Demişsiniz.

            İtirazımın sebebi tam da bu. Kamyon örneğinde bu tam oturmuyor. Ama kamyon örneğinde, yardım etmeyip geçen adam vicdansız ise yardım etmek vicdanlılık mı oluyor? Bunun ederi ne kadar? Durun. Buradan ilerleyince yine yanlış anlaşılacağım. Şöyle örnekleyeyim:

            Adam 40 yıl çalışmış emekli ikramiyesi almış. Lazım olmuş, hepsini oğluna vermiş. Oğlu da o parayla iş kurmuş ve çok çok zengin olmuş. Bizim baba, bu durumda gururlanır değil mi? İşte o gurur bu işin ecri. Adam bir ecir kazanıyor bu işin karşılığında. Oğlu babasının ikramiyeyi yerine geri koyması falan bunlar ikinci plan.

            Peki hayatın kıvrımlı yönüne gelelim. Aynı adam aynı parayı komşusuna verip onu aynı şekilde zengin eder mi? Etmez. Çünkü ortada ecir yok. Dürüst olun kimse kimseyi haksız yere zengin etmez. Komşusu zor durumdaysa verir, ya da vermelidir diyelim, adamı borçtan kurtarır ya da kurtarmalıdır diyelim, aslında burada da ecir var. Birincisi vicdanen ecir var ikincisi toplumdan bir boynu bağlıyı eksiltti. Bunların dışında, kimse kimseyi “al kardeş şu parayı da git benden kat kat zengin ol” demez.

            Dolayısı ile “itivermenin ederi itivermedir” derken (artık itivermenin sembolik anlamını sanırım herkes anlamıştır) hayatta itivermelerin değeri değişkendir. Hiçbir itiverme sadece itiverme değildir. Yapacağımız analizlerde dümdüz örneklerle kesin yargılar üretmek yerine bunları da hesaba katmalıyız.

            “Aynı mantığı milyonluk ayakkabı fabrikası kuracak girişimci değil de milyonluk zarara uğramak üzere olan borçlu için yürütelim” demişsiniz ya işte ben de bunu diyorum. İtivermeler değişir. İtivermeye baştan standart bir eder verirsek, şairin dediği gibi “her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği” durumunu yaşayabiliriz.

            “Her şey gibi sermaye de kendisine eşittir. İtiverme, itivermeye eşittir. Sermayeyi sağlamış olmanız sizin işçilerden bir kuruş fazla almanızı hak ettirmez.” Demişsiniz. Tartışmanın dönüp dolaşacağı yer burası. Bence öyle değil; durumdan duruma değişir bu. Sadece kötü vakaları ve kötü vakalar sayesinde bir sistemde yaşıyor olmamız, sermayenin kötü olduğunu göstermez.
            Bilmiyoru, belki de yanılıyorum. Bir yandan kötüler gökyüzüne kule dikerken belki de iyilerin mağarada yaşamaya devam etmesi gerekirdi. Çünkü nasıl bir sistem ise bu kötülerin büyüttüğü bir sistem. Siz eğer kötüleri yenmek istiyorsanız onlardan daha üstün olmalısınız. Üstün olmak için elinizi kirletmeden bıçak ile değer üretmelisiniz. Bu da ayhrı bir tartışma boyutu. Ama varacağı yer burası.
            Sanırım okuyanlar için bu tartışma zinciri güzel doneler sunmuştur. Bu yazının altında bu kapsamdaki yorum zincirimizi kendi adıma noktalamayı düşünüyorum. Ama devam da edebilriz. Bence güzel doneler çıkıyor.

          2. Marketi ele alalım. Kasiyer bir ürünü sattı diyelim. Ürünün değeri M(masraf)+K(kar). Ve market sahibi yönetmiyor(iş yapmıyor). Kasiyer K’nin % kaçını almalıdır?

  7. Ya da bir fabrikayı ele alalım. Makine üretim yapıyor ve başında işçi var. Şirket sahibi % kaç K almalıdır? İşçinin emeği 2-3 düğmeye basmak ve makinenin başında durmak kadar mıdır? Aslında bu şekilde baktığımızda makine de bir riba kaynağıdır. Çünkü emeği azaltır.

    Ve sizin dediğiniz gibi sadece emek odakli ise
    Yazılım satışları nasıl olmalı? Bir çalışan yazılımı yazarsa ve işten çıksa şirket hala kazanmaya devam ediyor. Bu durumda nasıl bir yol izlenmeli?

    Ve benim asıl merak ettiğim riba gibi ciddi bir suçun ne olduğunu anlamak bu kadar zor mu?

    1. Ribayla ilgili yaygın yorumlar sizin dediğiniz gibi, önce kötü olduğunu varsayıp sonra onun ne olduğunu arıyor. Ya ben yeterince açık anlatamıyorum ya da siz her dört yazıyı okumadınız. Ben ribanın NEDEN kötü olduğunu herkes anlasın diye kaynaklar koydum. Neden kötü olduğu hakkında bir fikrim var, oradan yola çıkarak yargıda bulunuyorum. Bu bağlamda doğrular gök mavidir demek gibi değil, hiç benzemiyor. Tersine, mavi sandığınız gök karadır diyorum.

      Adamın komşusunu zengin etmesi gerektiği varsayımınız nereden geliyor? Borç vermeyecekse harcasın. Kuran harcamayı yasaklamamış. İhtiyacı yoksa ve birini zengin etmek zoruna gidiyorsa sadaka olarak dağıtsın.

      Kimsenin kimseyi zengin etmek istemeyeceği, yani kimsenin özgeci olmadığı varsayımınız kesinlikle Kuran’a aykırı. İnsanın özünde bencil olduğunu varsayıyorsunuz. Ben de içinde bulunduğumuz bu koşulların normal olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Doğal durumu bencillik olan insana “sıkışanın borcunu bağışla” denir mi?

      İtivermelerin değeri elbette değişkendir. Ama aynı itivermenin yani nitelikçe ve nicelikçe aynı emeğin değerini sonucuna göre belirlerseniz zorda kalanın canını çıkarmaya giden yola, yani Kuran’ın tam tersi yola çıkarsınız.

      Aynı emeğin farklı değerde olabileceğini kanıtlamaya çalışın o zaman.

      Olasılığı satma benzetmemi de çürütmeye çalışmamışsınız.

      Daha önce yanıt verdim, kasiyer işin hepsini yapıyorsa kârın hepsini almalıdır. Mülkiyet hala sahiptedir. Zaten bu mantık İslam devletinin erken dönemlerinde tarlaların yalnızca işleyene verilmesi şeklinde uygulanmış, ben bir icat yapmıyorum. Komşuya sorduğum soruları ona da sorarım. Çalışmayacaksan market neden hala sende? Para kazanmak istiyorsan neden çalışmıyorsun? (emekliliği karıştırmayın, o ayrı bir sistem ve ailelerin parçalanması, sistemin kamu yararından çıkıp özel çıkarlar için çalışması gibi karmaşık etmenler var)

      Makinenin nasıl riba kaynağı olduğunu anlamadım. Makinenin emeği azaltması başka sorunlar çıkarıyor ama doğrudan nasıl riba üretiyor anlamadım.

      Yazılımı yapan kişi makine yapmış gibi düşünülebilir. Makineyi aylıklı olarak yaptıysa yapacak bir şey yok. Dünya o makineyle ihya olsa bile adam alacağını aldı. Ama ücret sisteminin zaten kölelik olduğunu daha önce yazmıştım. Çünkü “çalışana aylık ödenir” varsayımı iş piyasasının oluşmasıyla ortaya çıkıyor. Piyasa demek işsizlik demek. İşsizliğin olmadığı yerde büyüme olmaz veya çok az olur. Bunu iktisat kitapları da açık açık yazıyorlar, “biraz işsizlik iyidir” diyorlar. Çünkü işsizlik, köleliğe rıza üretiyor. İşsizliğin yani “piyasanın” olduğu yerde hiç bir yönetici işçisine kar payı veya hisse verme gereği duymuyor. Eğer veriyorsa sadece onu daha çok çalışmaya itmek için, adil olmak için değil.

      Ribayı anlamanın zor olduğunu söylemedim. Hatta bir kaç dakikalık videolarla bile anlaşılabileceğini düşünüyorum, onları da verdim. ABD Merkez Bankası ribanın çizgiromanını bile yapmış, daha ne yapsın? Kimse de “biz bunları anlamadık” demedi. Ya izleyen, okuyan yok ya da herkes kolayca anlıyor. Her iki durumda bile ribayı anlamanın zor olması gibi bir sorun yok. :) Kaldı ki zor olsa bile, zorluğunu gerekçe göstererek boş mu vereceksiniz? Kocaman kitap okuyoruz, her sözcüğünde bir şey var. Her sözcüğü örtülmeye çalışılmış. Zaten zor bir şeyi kovalıyoruz. Evlilik ayetleri bana göre riba ayetlerinden kat kat zor. Zor diye evlenmeyeyim mi veya kendimi müşrik hukuka teslim mi edeyim? Zaten herkes kolaycılığa teslim olduğu için bu kadar kötü bir yaşam sürüyoruz. Kolaycılığa kaçtıkça yaşam zorlaşacak ve bu Kuran’da bildirilmiş. Bir şey yapmayarak ribaya daha da batmış bir yaşamı çocuklarımız için inşa ediyoruz.

      1. 1- Aradaki makine kasiyer vs o yorumlar benim değil, tek kapsamda cevap yazılınca benimmiş gibi izlenim oluşabilir.
        2- Adamın komşusunu zengin etmesi gerektiği gibi bir varsayımım yok. Diyorum ki, ecirsiz hiç kimse bir iş yapmaz. Ama ama manevi ecir ama maddi ecir.
        3- “Olasılığı satma benzetmemi de çürütmeye çalışmamışsınız.” demişsiniz. Bunun çürütülecek bir yanı yok. Durumdan duruma değişir diyorum. Zaten yüzde 90 hemfikiriz.

        Evet itivermenin değeri sonuca göre belirlenmez. İtivermenin değeri sonucu belirler. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Siz itivermenin değerinde haksızlık ederseniz, sonuçta da birilerine haksızlık edersiniz.

        Başka bir örnek vaka sunayım, çözümünüzü merak ettim.

        Ali ile Veli işsiz. Geçimlerini sağlamak üzere iş kuralım diyorlar. Ali, “bende fotoğraf çekme bilgi ve yeteneği var” diyor. Veli de “ben de çok güzel tanıtım yaparım, müşteri bulurum, foto çekme dışındaki tüm işler bende” diyor. Ama beş kuruşları yok. Alabilecek kimseleri de yok. Makine ekipman almaları lazım. Sadece Zeki var. Zeki’den borç istiyorlar. Zeki “bende para var ama ben de işsizim, bendeki para ile börek yapıp satacaktım” diyor. Ali ve Veli soruyor: Senin bu börek içinden aylık gelirin ne olur? Zeki diyor 40 para. Ali-Veli bir hesap yapıyor. “Gel”, diyorlar bize ver o parayı seni de ortak edelim. Biz hesap ettik bu işi yapınca üçümüze de ayda 40’ar para kazanç oluyor.

        Birinci durumda Zeki ayda 40 para kazanacaktı, 2 kişi aç kalacaktı. Şimdi 3 kişi de ayda 40 para kazanıyor.

        Ali olmasa bu iş yürümez bilgi ve sanat ekleyen o. Veli olmasa iş yürümez, müşteri bulan eden o. Zeki görünürde hiçbir iş yapmıyor.

        İşte tam burada diyorum ki, Zeki eğer sırf parası var diye toplumdaki Ali-Veli’leri bulup onlara makine alarak ortak olmak sureti ile onları itiveren olsa idi, ribacıydı. Ama bu örnekle yine itiverme var ama Zeki bu sefer bence ribacı değil. Börekçi açmaktan vazgeçip kendi dahil 3 kişini karnının doymasına vesile oluyor. Yani onun sermayesi de çalışıyor. Tabi nereye ve ne zaman kadar bu sorunun cevabı aranmalı. Zekiye de bi iş verelim riba olmaktan çıksın derseniz bu hile-i şerriyeye girer.

        1. Zeki yaptığı işin karşılığını alırsa bu hile olmaz. Sermayenin ribasını alırsa riba olur. Zeki borcu verip kendisine geri ödenmesini bekleyebilir, sonra börekçiyi yine açabilir. Bu örnek çok ender bir durum olmuş. Hem Zeki’nin ilk borç taksidini alana kadar geçinebileceği kadar parayı alıkoymasına izin vermiyorlar, hem de Zeki’ye iş vermek istemiyorlar.

  8. Makinenin riba’ya benzemesinin sebebi emeğin azalması ama çıkan ürünün aynı olması. Sizin yazılarınızda tamamen ’emek’ üstünde durarak riba’yı açıklıyorsunuz. Bu mantıkla makine ribadır. Yalnızca emek mesele olsa neden Kuran’da (emeksiz kazanç) = riba yazmıyor. Riba başka bir konu da olabilir. Başka şeyleride kapsıyor olabilir.

    Araba veya forklift kiralama konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu durumda aracı verenin emeği yok. Aracın giderleri için para alabilir ama kendi için alamaz.

    1. الرِّبٰواۢ = tefecilik=mutlak çoğalma..bu Allah nazarında kazandıklarınızı yer bitirir.
      zekat , infak ise Allah katında kazandıklarınızı artırır !

      1. Cuma 9 ‘da çağrıldığınızda BYA’ı bırakın diyor. Alışveriş diye çeviriyorlar. Peki bırakılması gereken sadece alışveriş mi? BYA ne demek? Kuran da bir de ticaret diye bir kelime var farkı nedir? Cuma çağrıldın, sinemaya gideceksen, halı saha maçı yapacaksan, arkadaşlarına söz verdiysen vs.. gelmeyebilirsin ama sadece alışverişi mi bırakın? Ha bu alışverişten kasıt geniş anlamda her şey mi? Tamam. Kabul ettik. O zaman inneme-lbey’u miślu-rribâ derken ne demek istiyorlar? Cuma 9’daki BYA’yı anlamlandırın bunu 2:275’de yerine koyun. Kişisellik içermeyen objektif bir cevap arıyorum. Not: BYA kelimesi ile BİAT kelimesi aynı kök. İkisinin anlam bağı nedir?

        1. 62:11’de lahv sözcüğü de geçiyor. Yalnızca alışveriş değil oyalanma da dahil. Biyada bir sorun görmüyorum.

          Biya’dan biat’ın nasıl türediğini bilmiyorum. Anlam ilişkisi görünüyor ama türetme kurallarını bilmiyorum.

    2. Araba kiralama nedeni çoğunlukla araba para yetirememe değildir. Arabanın taşınması, bakımı sahibince yapılıyorsa bu hizmettir. Otel de aynı şekilde odanın bütün hizmetlerini üstleniyor. Otel odası kiralamanın nedeni eve para yetirememek değildir. Forkliftte durum farklı olabilir, satın almaya parası yetmeyen bir işletme belini doğrultana kadar kiralamayı seçebilir. Üstüne bir de bakımını kendi yaparsa bu riba olur. Taksi dolmuş plakası da aynı.

      Ben tamamen emeğin üstünde durmuyorum. Kabarma diyorum, infakın tersi diyorum. Makineyi de emekçiler yapıyor. Makinenin ürünü el ürünüyle aynı olmaz. Daha kötü olur, daha üstün olur ama aynı olmaz. Aynı bile olsa bunun ribayla doğrudan ilgisi yok. Makine bir şeyi yoktan var etmiyor. Paraya para kazandırmıyor. Ama riba, yoktan var etme talebidir. Yüz birim emeğin karşılığını borç olarak verir, karşılığında yüz on birim emek istersin. On birimin yoktan var edileceğini varsayarsın. Makine ise yalnızca çok hızlı para kazandırıyor. Bu demektir ki doğal kaynağı çok hızlı tüketiyor. Doğal kaynağa ödenen para normalde azalmıyor. Ama bu makineye başka makineler eklendiğinde, her yer makineyle dolduğunda ve makineler birbirini besleyen bir çember oluşturduğunda tüketilen doğal kaynağın emek karşılığı da azalıyor, böylece ucuzluyor. Doğal kaynağın ucuzlaması para kazanmayı bir kez daha hızlandırıyor. Hızla paranın çekim kuvvetini karıştırmayın. Hızın yarattığı sorun ayrı, ribanın yarattığı sorun ayrı. Crash Course’u izler veya okursanız orada hızın yarattığı sorun ekolojik yıkım olarak özetlenir. Ribanın yarattığı sorun ise gelir dağılımının bozulması, emeğin insanların gözünde değersizleşmesi ve sonsuza dek ödenemeyecek borç senetlerinin yazılmasıdır (yanlış hatırlamıyorsam CC’de bunlardan sadece üçüncüsü söyleniyordu). Zaten ödenemeyecek borcun birikmiş olmasının nedeni ribanın yoktan var etme talebi olmasıdır. Belki yazılarda buna da değinmeliydim da unuttum galiba.

  9. Talep yüzünden masraflar azalmasada fiyat arttırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Resim, heykel, sanat ürünlerinin pahalı satılması hakkında ne düşünüyorsunuz?( eski antika ürün olması şart değil )

      1. Bilginin değeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Mesela deneyimsiz yazılımcı ile 5+ deneyimli yazılımcının maaşlarının farklı olması.

          1. Mesela ilkokulu öğretmeni ile bir uzay mühendisinin aldıkları maaşlar nasıl belirlenmeli. Bu iki öğretmende bilgi satıyor ama bilgilerinin arasında fark var.

          2. Yine çok yuvarlak. Saatlerce tartışılır bu. Yerleşik ahlak bunların ücretlerini piyasanın belirlemesi gerektiğini söyler. Bu sınırsızlık demektir. Kuran sınırsızlığı yasaklıyor. Bir denge belirlenip sınırlar konduktan sonra bu ikisinin ürettiği katma değeri hesaplamamız gerekir. Bunun için de böyle unvanlara değil ülkedeki her şeyle ilgili ayrıntılı bilgiye gerek var. Türkiye’de öğretmeni az çok bilsem de “uzay mühendisi” ne iş yapar bilmiyorum, onun için bir şey diyemem. Bilsek de bu doğrudan bir hesap olamıyor, öncelikler farklı olunca işin içine bolca yorum giriyor. Yorum girmesi sıkıntı değil, bir uzlaşmaya varılır. Sıkıntı, uzlaşman gereken kişilerin dinlerinin seninkinden farklı olması. Astronominin hiç bir işe yaramayacağını düşünen adamla mühendisin ücretini tartışamazsın mesela. Kuran kurslarının kapatılması gerektiğini düşünen ateistle Arapça DE bölümü öğretim üyesinin ücretini tartışamazsın. Bir feministle öğretmenin maaşını da tartışamazsın, kadına daha yüksek maaş ister (şu anda zaten kadınlar daha yüksek alıyorlar mesela). Önce dinlerimiz aynı olacak, yani üzerinde uzlaştığımız bir ahlaki ortak payda olacak, sonra tartışabiliriz. Medine’de Müslümanlar ve Yahudiler çocuklarını aynı okullara göndermiyorlardı. Onlarınki yalnızca askeri bir pakttı.

  10. 16:71 i göstererek eldeki malın/paranin ihtiyacin yoksa vermelisin demissiniz. Bunun hakkinda bir yazi paylasmak istiyorum. https://kuranmucizeler.com/kuran-riziklar-mallar-konusunda-ustun-kilinmis-kimselere-riziklarini-mallarini-diger-insanlarla-esit-oluncaya-kadar-dagitmasini-emrediyor-mu-tesvik-ediyor-mu-yanlis-anlasilan-bir-ayet

    Eğer herkes sürekli bütün ihtiyacı olmayan parayı/malı birbirine verirse sonsuz bir döngü olur. Özellikle bu para ise. Bu yüzden sürekli tüm paranı vermen gerekmiyor. Savurganlık bu.(25:67)

    1. Verdiğiniz yazıyı değerlendiriyorum:
      1) Ma meleket eymanukum örneği Suriyeliler falan değil, kendi üretim aracına sahip olmayan herkestir, Kölelik yazımda açıkladığım üzere işçilerdir.
      2) Şükrün sözle olduğunu ima ediyor. Eylemle olur.
      3) “Allah beni zengin ettiyse bu onun muradıdır” ima ediyorsa (açmamış) bu tam Protestan ahlaktır ve bir çok ayete aykırıdır. Daha yeni yazdım, aynı zamanda kaderciliktir de.
      4) Kuran’ın üretim araçlarının kamuya ait olmasını yasakladığını düşünmüyorum. Kuran’da öyle sınırlandırılmamış bir dil kullanılmış ki üretim araçlarını paylaşan bir cemaat bile Kuran’ın mal ve yönetim buyruklarını uygulayabilir diye düşünüyorum. Şûradan söz etmesi krallığı yasaklaması demek olmadığı gibi kişisel mallardan söz etmesi ortaklaşacı bir üretim düzenini yasaklaması anlamına gelmez.
      5) Farklı ayetlerle çürütmeye çalışmış ama sonuçta 16:71’i ne yapacağımızı açıklamamış.

      Olmasından korktuğunuz sonsuz döngü nedir? Cebinde parası olan işçi o parayı harcar. Harcadığında yine başka işçilerin cebi para görür, onlar da harcar. Herkesin cebinde para olur ve herkes harcar. Böylece mallar ve güç bir azınlığın elinde dönüp duran bir “devlet” olmaz, tabana yayılır. Kimse belli bir yerde mecburen çalışmak zorunda olmadığı için söve söve, kahrede ede, açlık korkusuyla çalışmaz. Zaten kimse de kimseyi o şekilde çalıştıramaz. Para tabana yayıldığında ne riba için bir neden kalır, ne hırsızlık için, ne nefret için. Bugün ise riba, hırsızlık ve nefretin içinde boğuluyoruz. Acaba kuranmucizeler.com yazarı bu konuda ne düşünüyor, hayatından memnun mu?

      Ben tüm parayı vermek gerektiğini hiç söylemedim. Bir yöneticinin işçiyle aynı parayı kazanması gerektiğini de söylemedim. “İhtiyaçtan fazlasını ver” buyruğuna “ihtiyacımın sınırını belirleyemiyorum” diye karşı gelmeyeceğinizi umarım. Veya “yönetici daha fazla kazanabilir” deyince 1000:1’i ima ettiğimi düşünmeyeceğinizi umarım. Ölçü ve denge diye bir şey var. Kuran’da yüzlerce ayet bunlardan söz ediyor.

Yorum bırakın